2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul - yeraltı camii
   
İstanbul-2010.tr.gg
  Ana Sayfa
  Forum
  sultanahmet bölgesi
  süleymaniye bölgesi
  bayezid çemberlitaş bölgesi
  nuruosmaniye bölgesi
  eyüp bölgesi
  eminönü bölgesi
  çapa aksaray laleli bölgesi
  vatan caddesi
  vefa bölgesi ve çevresi
  Fatih camii ve çevresi
  zeyrek yokuşu ve çevresi
  topkapı surları ve çevresi
  istiklal caddesi galata ve beyoğlu bölgesi
  şişli nişantaşı teşvikiye harbiye bölgesi
  karaköy bölgesi
  => kemankeş karamustafa paşa camii
  => Türkiye denizcilik işletmeleri
  => yeraltı camii
  => taksim tünel
  => karaköy palas
  => galata köprüsü
  tophane bölgesi
  beşiktaş bölgesi
  ortaköy bölgesi
  sarıyer bölgesi
  üsküdar
  beylerbeyi bölgesi
  harem
  çengelköy beykoz arası
  çamlıca bölgesi
  anadolu kavağı bölgesi
  kadıköy bölgesi
  göztepe bölgesi
  istanbul adaları
  bostancı bölgesi
  minyatürler
  istanbul ve tiyatro
  eski istanbul fotoğrafları
  kültürel etkinlikler
  istanbul resimleri
  osmanlı mezarları
  istanbul'un büyük köprüleri
  osmanlı çeşmeleri
  Osmanlı Padişahları
  İstanbul'un Eski İsimleri
  İstanbul Kar Manzaraları
  sözlük
  anket
  Ziyaretçi defteri
  site haritasi
  moderatör sayfası

YERALTI CAMİİ


Ocak 1932′de, ilk Türkçe Kuran’ın okutulduğu camii olma özelliğini taşımaktadır . Aslında bu yapı Bizans döneminde(imparator 2. Tiberios 572-582) gemicilerin Halic’e girişini önlemek için Galata-Sirkeci arasinda çekilen zincirin bir ucunun bağlandigi kuledir . Bu kulenin altında basık tavanlı bir mahsen bulunmaktadır . Bu mahsen şu an camii olarak kullanılmaktadır .










Mesleme bin Abdulmelik komutasındaki İslam orduları İstanbul’a fetih için geldikleri zaman(714) Hz.Vehb bin Hüseyre, Hz.Amr ibn As ve Hz.Süfyan bin Üveyre’nin bu orduda bulundukları ve İstanbul'da şehit düştükleri rivayet edilmektedir . Ancak bu rivayet kesin olmamakla birlikte bunun aksi yönündeki iddaalar daha kuvvetlidir (Bu konuda sayfanın alt kısmında bulunan aksiyon dergisi yazısını okuyabilirsiniz.). Zaman içerisinde Şeyh Murad Efendizade ve Şeyh Mehmet Efendi mahzen içerisindeki türbeleri keşfetmiş, Çorlulu Mustafa Bahir Paşa tarafından cami haline getirmiştir(1752-1756). Caminin minaresinide Sultan Mahmut I. yaptırmıştır .
Caminin diğer adı kurşunlu camiidir . Şam'a dönen ordudan geride kalan bu üç türbeye girişi önlemek için mahsenin kapısına kurşun döküldüğüne inanılır . Caminin adıda buradan gelmektedir .

TÜRBE KISMI









Vehb bin Hüşeyre ve Amr bin Asr kabirleri


















Sahabeler türbelerinde yok

İstanbul'da insanların ziyaret ettiği 29 sahabe türbesi var. Peki bunların hepsi gerçekten sahabelere mi ait? Yapılan bir çalışma, mevcut sahabe türbelerinin çoğunun gerçek olmasının tarihen mümkün olmadığını ortaya koydu. İstanbul'da gerçek anlamda 6 sahabenin makamı, ikisinin de türbesi bulunuyor.
Kabir, türbe, yatır gibi kavramlar Türk-İslam geleneğinde önemli bir yere sahip. Ancak; kutsanan, kutsandığı kadar ziyaret edilmesi vecibe haline dönüştürülen bazı mekanlar, bağrında medfun bulunan kişiden dolayı zaman zaman tartışma konusu olabiliyor. Kim olduğu gerçekte bilinmeyen, ismi ve kerameti tevatür bilgisi ile sınırlı bazı kişilerin yattığı söylenen mekanlar sıklıkla ziyaret ediliyor. Anadolu'da evliyalar, babalar, dervişler ağırlık kazanırken, İstanbul'da ise sahabe türbeleri ön plana çıkıyor. İstanbul'daki sahabe kabirlerinin hepsinin gerçekten bu kutlu kişilere mi ait olduğu tartışma konusu. Yapılan yeni bir çalışma bu zamana kadar gelmiş mevcut bilgilerin yeniden ele alınmasını gerektirecek kadar önemli.

Doktorasını Sahabeye yöneltilen tenkitlerin araştırılması üzerine hazırlayan ve halen İslam Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) çalışan Dr. Mehmet Efendioğlu'nun Sahabe Dönemi İstanbul Seferleri konulu çalışmasında İstanbul'daki sahabe kabirlerinin birçoğunda ismi geçen sahabelerin olmadığı belirtiliyor. Ayrıca, türbesi bulunan 20 sahabenin de sahabe olarak adının hiçbir kaynakta geçmediği vurgulanıyor. Çalışmanın en can alıcı noktası ise sahabe türbesi olarak ziyaret edilen bazı kabirlerdeki metfun isimlerin tamamen uydurma olduğu. Bu tez, konunun uzmanları ve ilahiyatçılar tarafından da destekleniyor. Prof. Dr. Semavi Eyice, bu konuda Böyle gelmiş böyle gidiyor denmemesi gerektiğini söylüyor.

İstanbul'a kimler geldi?

İstanbul'daki sahabe türbelerinin çoğu sur içinde bulunuyor. Peki gerçekten sahabeler İstanbul'a geldi mi? Aslında bu sorunun cevabı İslam tarihini biraz bilenler için çok kolay. Çünkü, İstanbul'u sadece Fatih Sultan Mehmet kuşatmamış, daha önce de Müslüman komutanlar, Peygamber Efendimizin (s.a.v) hadis-i şerifine nail olabilmek için değişik zamanlarda seferler düzenlemişlerdi. İstanbul ilk olarak 669'da Muaviye bin Ebu Süfyan döneminde, sonra 673'te, ardından da 713'te kuşatıldı. Osmanlılar da İstanbul'u ele geçirmeye çalıştı. Ancak, sahabeler için önemli olan ilk üç sefer. Tarihî kaynaklar ilk kuşatmada 63 sahabenin bulunduğunu aktarıyor. Zaman ilerledikçe seferlere iştirak eden sahabelerin sayısında da doğal olarak bir azalma olduğu belirtiliyor.

Gelen bütün sahabelerin şehit olduğu hakkında da kaynaklar bize herhangi bir bilgi ulaştırmıyor. Ancak İstanbul kuşatmaları sırasında şehit olan iki sahabenin olduğu kesin olarak aktarılıyor. İstanbul'un manevi direği kabul edilen ve bir semte adı verilen Ebu Eyyüb el Ensari (r.a) ve türbesi Ayvansaray'da bulunan Ebu Şeybe El Hudri'nin (r.a) İstanbul'a gelip burada şehit düştükleri belirtiliyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, iki sahabe ile ilgili hiçbir şüphenin bulunmadığını vurgulayarak, Ebu Eyyüb el Ensari ve kabrinin bulunması ile ilgili olarak geniş ve sağlam bilgiler vardır. Aynı şekilde kabri Fatih devrinde keşfedilen Ebu Şeybe El Hudri'nin de İstanbul'a gelip şehit düştüğü detaylı bir şekilde aktarılıyor. Bu iki sahabe hakkında hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak detaylar var diyor.

İstanbul'a gelmeleri mümkün değil

Sahabe türbeleri konusunda en detaylı çalışma Süheyl Ünver'e ait. Ünver'in çalışması, sahabelerin varlığını ve gerçekliğini sorgulamaktan ziyade onların yer tespitini yapıyor. İstanbul'da şu anda 29 sahabe türbesi var. Bunlardan yedisi Eyüp sınırları içinde, 18'i sur içinde, 3'ü de Beyoğlu'nda. Ancak Ebu Derda'nın hem Eyüp'te hem de Üsküdar'da ayrı ayrı iki türbesi mevcut.

Dr. Efendioğlu'nun çalışmasında ikinci grupta ele alınan sahabeler ise sahabe olduğu kesin olarak bilinen ancak yaşadıkları yıllarda İstanbul'a gelmesi mümkün olmayanlar. İstanbul'da türbeleri bulunan sahabelerin gerçek mezarlarının nerede olduğu hakkında da net bilgiler yer alıyor. Efendioğlu'nun çalışmasında adı geçen sahabeler ve onlarla ilgili bilgiler tarihî perspektif içinde aktarılıyor. Bunların başında Ebu Derda (r.a) geliyor. İstanbul'da Eyüp ve Karacaahmet'te iki türbesi bulunan bu sahabenin ilk İstanbul kuşatmasından 17 yıl önce 652'de vefat ettiği Efendioğlu tarafından dile getiriliyor. Dolayısıyla Ebu Derda'nın İstanbul'a gelmesi mümkün değil. Karaköy Yeraltı Camii'nde türbesi bulunan Amr bin el As'ın da (r.a) ilk kuşatmadan 6 sene önce vefat ettiği aktarılıyor. Bu sahabe hakkında çalışma yapan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Adem Apak, Efendioğlu'nun verdiği bilgileri doğruluyor: Amr bin el As, Mısır'da valilik yaptı. İlk İstanbul kuşatmasından 6 sene önce vefat etti. Zaten bugün Kahire'de adına türbe ve cami vardır. İstanbul ile hiçbir ilgisi yoktur.

Ebuzer el Gıfari'nin de (r.a) ilk kuşatmadan 19 yıl önce vefat etmesine rağmen İstanbul'da türbesi var. Kaynaklar onun Medine yakınlarındaki Rece'de vefat ettiğini belirtiyor. Türbesi Balat Koca Mustafa Paşa Camii içinde bulunan Cabir bin Abdullah'ın da (r.a) 698'de Medine'de vefat ettiğini ve Cennetülbaki Kabristanına defnedildiğini değişik kaynaklar aktarıyor. Bir diğer isim ise türbesi Edirnekapı Atik Ali Paşa mahallesinde olan Ebu Said El Hudri. Ancak bu sahabenin de kesin olarak Cennetülba'ki Kabristanına defnedildiği biliniyor. Dr. Efendioğlu, İstanbuldaki bu sahabelere ait türbelerin kabir değil o şahısların hatırasını canlı tutmak maksadıyla yapılmış makam olduğunu söylüyor. Ona göre bu konuda aydınlatıcı uyarılar yapılması lazım: İnsanların neye dua ettiklerini bilmeleri gerekir. Kabir mi, makam mı? Türbelere yazılması, gelecek kuşakların sağlıklı bilgi edinmesi açısından önemli olur. Bu mübarek insanların istismar edilmemesi gerekir. Zaten insanların makamlarına gidip ruhlarına dualar okunması inancımız açısından da problem değil.

Dr. Mehmet Efendioğlu, türbesi İstanbul'da bulunan ancak buraya hiç gelmeyen sahabelerden sonra türbeleri olan ancak hiçbir kaynakta sahabe olarak adı geçmeyen çok sayıda kişinin de olduğunu söylüyor. İstanbul'un değişik yerlerinde sahabe olarak türbeleri bulunan Muhammed el Ensari, Abdullah el Hudri, Kab, Hafir, Şûbe, Hamdullah el Ensari, Cafer el Ensari, Vehb bin Huşeyre gibi isimlerin kaynaklarda geçmediğini söyleyerek, Bunlara sahabe deniyor. Son dönem kaynaklarda bunların ismi geçiyor. Eski kaynaklarda 10 bin sahabenin içinde isimleri yok. Hadis aktaran ya da hadislerde adı geçenlerin içinde de... İstanbul'un fethinden yıllar sonra yazılmış kaynaklar bunların isimlerini aktarıyor. Sahabe konusundaki bütün kaynakları inceledim. 1200 yıl öncesine ait kayıtlarda bu isimlere rastlamadım. Dünyada sahabe konusundaki en geniş kaynak bende. Buna rağmen bu kişilere rastlamadım. Peygamberimizin vefatından 600 yıl sonra ortaya çıkıp ben sahabeyim diyenler bile var. Bu hep istismar edilmiştir.

Karaköy Yeraltı Camiinde türbesi bulunan ve sahabe olarak bilinen Süfyan bin Üyeyne'nin İstanbul'a geldiğine dair hiç bir bilgi bulunmuyor. Üstelik sözü edilen bu kişinin sahabe değil Tabiin olduğu aktarılıyor. Yaşadığı dönem ise Sahabe Asrından 100 yıl sonrasına denk geliyor. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin (s.a.v) dönemi ile hiçbir ilgisi olmayan, çok sonraları yaşamış Hasan Hüseyin, Baba Cafer, Abdurrahman Şamî, Edhem gibi isimler de sahabe diye ziyaret ediliyor.

Aslında bütün bunlar, halkımızın sahabelerle birlikte İstanbul'a gelip şehit düşen tabiin neslini de yüzyıllar içinde sahabe olarak kabullendiğini gösteriyor. Ama, bazı gariplikler de yok değil. Dr. Mehmet Efendioğlu'nun tespitlerine göre, Eyüp Düğmeciler Camii avlusundaki Cabir bin Abdullah el Ensari'nin oğlu olduğu söylenen sahabe Muhammed el Ensari'nin mezar taşında şöyle yazıyor: Merhum ve meğfur Mehmet Çavuş an evlad-ı Cabir r.a. ruhu için el fatiha.

Çavuş kelimesinin Osmanlı'nın son dönemlerinde Türkler tarafından kullanıldığı düşünülürse sahabe için kullanılan çavuşun ne kadar abes kaçtığı ortaya çıkıyor. Oysa kabir taşındaki bilgi bile kabrin sahabeye değil, Cabir (r.a) evladından Mehmed Çavuş'a ait olduğunu gösteriyor. Eyüp Eğrikapı'da Abdussadık Amir diye bir sahabenin mezarı bulunuyor; ancak mezar taşı hanımlar için kullanılan taşlardan. İsminden bu kişinin erkek olduğu anlaşılıyor. Bu çelişki bir yana 28 yıl önce sahabe olanlar bile var. Ayvansaray'daki Toklu İbrahim Dede Haziresi'nin fetih şehitlerinin bulunduğu yerde halk tarafından bir mezar taşının etrafına duvar örülerek üzerine de Sahabe-i Kiram'dan Ahmet el Ensari yazılmış. Oysa aynı yerde, 1975'teki tanzimde, böyle bir türbe ya da mezar yoktu.

Bugün, İstanbul'da, sözü edilen sahabeler adına vakıflar kurulmuş ve insanlar değişik yerlerden gelerek buraları ziyaret ediyor. Dr. Mehmet Efendioğlu, şahsiyet olarak tanınmayan ve yaşadığı bilinmeyen sahabiler için geçmişte olduğu gibi günümüzde de kabir üretilmeye devam edildiğini belirterek, Mevcut kabirlerden 3-4 tanesi son 30-40 yılda ortaya çıkmış diyor. Efendioğlu'na göre, böyle aslı bulunmayan şeylerle meşgul olmaya geçmişte olduğu gibi bugün de ihtiyaç yok. İlla bir şey yapılacaksa, İstanbul'a kesin olarak geldiği bilinen Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Zübeyr ve Fedâle b. Ubeyd gibi önemli sahabiler adına birer makam yapılabilir.


SAHABE KİMDİR?

Dostu ve arkadaşı demek olan sahâbe sözcüğü terim olarak Hz. Peygamberi gören, ona iman edip kendisiyle birlikte hareket eden ve bu inancını koruyarak vefat eden kimse anlamında kullanılır. Buna göre, Hz. Peygambere ilk vahyin geldiği tarihi olan 6 Ağustos 610 tarihi ile Peygamberin vefat ettiği 7 Haziran 632 arasında geçen 23 senede onu görmüş, ona inanmış ve Müslüman olarak vefat etmiş kimse sahabidir. Sahabiler Allah'ın rızasını kazanma, Hz. Peygamberi koruma ve İslâmiyeti yayma uğruna büyük fedakârlıklarda bulunmuşlar, bundan dolayı da makamı yüksek insanlar olarak müjdelenmişlerdir. Cenâb-ı Hak, Kuran-ı Kerîm'de onları medhetmiş, Allah Resûlü de kendilerinden övgü ile bahsetmiştir.


PROF. DR. ALİ YARDIM:
SAHABE KONUSU İSTİSMAR EDİLİYOR

Sahabe konusu hep istismara açık olmuştur. Sahabe Asrından sonra da ortaya sahabe olduğunu söyleyenler çıkmıştır. Ancak bunu kaynaklar ışığında doğrulatmak mümkün. Tedbir almak lazım. Yapılan yanlışa da kutsallık verip onu akıl, bilim ve mantık çerçevesinde değerlendirmemek yanlıştır. Türbelerde eğer makamsa makam yazılmalı, değilse başka birşey yazılmalı. Ama makam yazılırsa ilgi azalacak ve bazılarının geliri azalmış olacak; bunu da istemeyenler olur. Sahabeler konusunda da kaynaklar bize açık bilgiler vermektedir. Konunun sağlam deliller ışığında incelenip yeniden ele alınması lazım.
* 9 Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


PROF. DR. SEMAVİ EYİCE:
ÇOĞU GERÇEK DEĞİL

istanbul'da çok sayıda sahabe türbesi bulunuyor. Ancak bunların birkaçı gerçektir, bir kısmı da makamdır. Gerisi nasıl oldu onu bilemiyorum. Makam vermenin Türk-İslam geleneğinde önemli bir yeri vardır. İnsanlar makam olduğunu bilirler, onun maneviyatına inanarak ziyaretler yaparlar. Anadolu'da da sayısız türbe, yatır bulunuyor. Bunlar nedir, kimdir, hiç belli değil ama gidip ziyaret ediyorlar. Toplumu aydınlatmak gerekir. Türbeleri bir kazanç olarak görenler bile var. Konu araştırılıp yeniden bilgilendirici birtakım çalışmalar yapılması gerekiyor.

aksiyon dergisi

   
toplam 225972 ziyaretçi (407151 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol